Huzursuz bağırsak sendromu (ibs) nedir?

Huzursuz Bağırsak Sendromu (IBS) Nedir?  Huzursuz bağırsak sendromu (ibs) nedir?

Huzursuz Bağırsak Sendromu (IBS) Nedir?


    İrritabl Bağırsak Sendromu (IBS), bağırsakta yapısal bir hasar olmadan karın ağrısıyla birlikte dışkılama alışkanlığında değişiklik (ishal, kabızlık ya da karışık tip) görülen, dalgalı seyirli bir fonksiyonel bağırsak bozukluğudur. ‘Beyin–bağırsak ekseni’nin işleyişi burada belirleyicidir: bağırsak sinir sistemi, serotonerjik sinyalleme, otonom sinir sistemi, stres tepkisi (HPA ekseni), mikrobiyota ve düşük düzey inflamatuar süreçler bir arada rol oynar. Serotonin (5-HT) bu tabloda oldukça önemlidir; vücuttaki serotoninin büyük bölümü bağırsakta üretilir ve ağrı duyarlılığını, bağırsak duyumlarının beyne iletimini ve hatta duygu durumunu etkiler. Bu nedenle serotonerjik dengenin bozulması, bazı hastalarda şişkinlik, ağrı, ishal/kabızlık döngülerinin artmasına zemin hazırlayabilir.


    Stres ve kaygı, hem HPA eksenini hem de otonomik dengeleri değiştirerek bağırsak geçirgenliği ve motilite üzerinde dolaylı etkiler yaratır; kişi farkında olmadan beden duyumlarına daha fazla odaklandıkça (hipervijilans) ağrı algısı daha fazlalaşır.  Diyet tarafında, kolay fermente olan karbonhidratlar gaz ve distansiyonu artırarak semptomları tetikleyebilir; bu yüzden kişiye göre değişen tetikleyicileri tanımak kliniğin önemli bir parçasıdır. Türkiye verileri de IBS’nin yaygın olduğuna işaret eder; farklı çalışmalarda erişkinlerde görülme sıklığı %6 ile %19 arasında bildirilmiştir ve biyopsikososyal model (biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenlerin birlikte değerlendirilmesi) güncel yaklaşımın temelidir.


Geçme Olasılığı Nedir?


    IBS çoğu kişide “atak ve sakin dönemler”le giden, kronik ama yönetilebilir bir durumdur. “Tamamen geçti” ifadesi araştırmalar arasında farklı tanımlansa da uzun dönem izlem çalışmalarında hastaların önemli bir kısmında semptomların belirgin biçimde azaldığı, hatta günlük yaşamı zorlamayan düzeye indiği görülür. Özellikle bir bağırsak enfeksiyonunu takiben başlayan post-enfeksiyöz IBS alt tipinde yıllar içinde anlamlı düzelme olasılığı daha yüksektir. Buradaki ana fikir, hastalığın tek bir müdahaleyle “bitmesi”nden çok, doğru kombinasyonlarla (terapi, yaşam tarzı, gerektiğinde ilaç) semptomların kalıcı olarak kontrol altına alınabilmesidir. Kişinin kendi tetikleyicilerini tanıması, uyku-stres düzeni, beslenme uyarlamaları ve düzenli psikolojik destek, bu uzun vadeli kontrol olasılığını belirgin şekilde artırır.


Psikolojik ve Psikiyatrik Tedavinin Sürece Etkisi Nedir?


    Psikolojik tedaviler IBS’de yalnızca “stresi azaltmak” için değil, doğrudan semptom döngüsünü hedefledikleri için etkilidir. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), felaketleştirme, seçici dikkat, bedensel duyumlara aşırı odaklanma gibi bilişsel çarpıtmaları ele alır; içsel duyuma kontrollü maruziyet ve davranışsal deneylerle visseral aşırı duyarlılığı düşürür. Bu sayede “ağrı–anksiyete–kaçınma” sarmalı kırılır ve bağırsak duyumlarının tehdit edici yorumları yerini daha gerçekçi değerlendirmelere bırakır. 


    Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT), semptomlarla mücadele etmek yerine onlarla işlevsel bir ilişki kurmayı öğretir; mindfulness temelli programlar otonom dengeyi ve stres toleransını güçlendirir. Bağırsak odaklı hipnoterapi ise ağrı, şişkinlik ve dışkılama düzenine yönelik imgeleme ve telkin teknikleriyle semptom şiddetini azaltabilir; grup ve dijital formatlarda da uygulanabilir. 


    Psikiyatrik ilaçlar tarafında, özellikle trisiklik antidepresanlar (TCA’lar) global IBS semptomlarında tutarlı fayda gösterebilir; SSRI/SNRI’ların yararı daha çok eşlik eden kaygı/depresyon ve alt tipe göre kişiselleştirilir. Bütün bu müdahaleler, serotonerjik sinyalleme ve stres sistemlerindeki dengesizliklerin klinik yansımalarını düzenler: terapi bilişsel çarpıtmaların önüne geçip stresi yönetmeyi öğretirken, uygun farmakoterapi bağırsak-beyin sinyal yolaklarını biyolojik olarak modüle eder. Klinik pratikte en iyi sonuçlar çoğu zaman terapi ve ilaçların, beslenme ve yaşam tarzı düzenlemeleriyle birlikte kullanıldığı bütüncül yaklaşımlarla elde edilir. Türkiye’deki derlemeler ve makaleler de özellikle serotoninin bağırsak motilitesi ve ağrı algısındaki rolünü, post-enfeksiyöz olgularda düşük düzey inflamasyon ve enterokromafin hücre değişikliklerini, dolayısıyla biyolojik ve psikolojik boyutların birlikte ele alınması gerektiğini vurgular.


Günlük Hayatta Terapi Haricinde Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir?


    Semptom yönetimini destekleyen günlük uygulamalar, klinik müdahalelerin etkinliğini kalıcı hâle getirir. Düşük FODMAP prensiplerine dayalı, diyetisyen eşliğinde kişiselleştirilen bir beslenme planı; yeniden tanıtım (re-introduction) fazıyla gereksiz kısıtlamaları azaltırken gaz ve distansiyonu belirgin şekilde hafifletebilir. Serotonin üretimini dolaylı etkileyebilen triptofan kaynakları ve yeterli lif tüketimi, bağırsak mikrobiyotasıyla birlikte değerlendirildiğinde faydalı olabilir; ancak her diyet önerisi kişiye özgü yanıt verir, bu yüzden deneme-yanılma süreci profesyonel takip altında yürütülmelidir. Düzenli uyku ve sirkadiyen ritmi koruyan alışkanlıklar, otonom dengeyi destekler; nefes-gevşeme egzersizleri, meditasyon ve yoga gibi uygulamalar algılanan stresi ve IBS’ye özgü kaygıyı azaltır. Yürüyüş gibi hafif-orta düzey fiziksel aktivite hem barsak hareketliliğine hem de stres toleransına olumlu yansır. Kafein, alkol, baharatlı/yağlı yiyecekler, düzensiz öğünler ve yoğun stres gibi bireysel tetikleyicilerin kısa bir günlükle izlenmesi, “hangi kombinasyonun sizi alevlendirdiğini” ayırt etmeyi kolaylaştırır. Tüm bu adımlar, terapi ve gerektiğinde ilaçlarla birlikte, semptomların uzun vadeli kontrolünü mümkün kılar.


Sıkça Sorulan Sorular (SSS)


IBS tamamen geçer mi?

    Bazı kişilerde evet; özellikle post-enfeksiyöz başlangıçlı vakalarda yıllar içinde belirgin ve kalıcı düzelmeler görülebilir. Bununla birlikte IBS çoğunlukla tamamen ortadan kaybolan değil, doğru müdahalelerle yönetilen ve günlük yaşamda “arka planda” kalan bir durumdur. Amaç, semptomların görünürlüğünü ve rahatsız ediciliğini kalıcı biçimde düşürmektir; bu da terapi, yaşam tarzı ve gerektiğinde ilaçların akıllı bir kombinasyonuyla gayet mümkündür.


Serotonin neden bu kadar önemli?

    Çünkü bağırsakta üretilen serotonin, motiliteyi, ağrı/hassasiyet eşiğini ve bağırsak duyumlarının beyne iletim biçimini düzenler. Serotonerjik dengesizlik; kiminde ishal baskın, kiminde kabızlık baskın, kiminde de karışık bir tabloya yol açabilir. Stres ve kaygı arttığında HPA ekseni ve otonom tepkiler de değiştiğinden, serotonerjik etkilerle birleşip semptomları daha görünür hâle getirebilir. Bu nedenle hem psikoterapiyle bilişsel ve duygusal döngüyü düzenlemek hem de uygun hastalarda serotonerjik sistemleri etkileyen ilaçları kullanmak klinik olarak anlamlı sonuçlar verir.


Psikoterapi gerçekten işe yarıyor mu?

    Evet. BDT, ACT ve bağırsak odaklı hipnoterapi; semptomları besleyen bilişsel-davranışsal ve fizyolojik döngülere doğrudan müdahale eder. BDT, felaketleştirme ve kaçınmayı azaltır; içsel duyuma maruziyetle visseral aşırı duyarlılığı düşürür. ACT, semptomlarla kavgayı bırakıp yaşamı değerler doğrultusunda sürdürmeyi öğretir. Hipnoterapi, bağırsak duyumlarına yönelik telkin ve imgeleme ile ağrı ve şişkinliği azaltabilir. Yüz yüze, telefon veya web tabanlı formatlarda uzun döneme yayılan kalıcı etkiler gösterilmiştir; en iyi sonuçlar çoğu zaman terapi + yaşam tarzı + gerektiğinde ilaç kombinasyonuyla elde edilir.


İlaç mı yoksa terapi mi önce?

    Bu seçim kişiye, alt tipe ve eşlik eden ruhsal duruma göre yapılır. Şiddetli ağrı/uykusuzluk/işlev kaybı öndeyse veya eşlik eden depresyon-anksiyete belirginsa, ilaç ve terapiyi birlikte başlamak akla yakındır. Global semptomları azaltmada TCA’lar daha tutarlı sonuçlar verebilir; SSRI/SNRI’lar özellikle kaygı/depresyon eşlik ettiğinde, alt tiplere göre ve yan etki profili gözetilerek seçilir. Hedef, kısa vadede rahatlama sağlarken uzun vadede psikolojik becerileri kalıcı hâle getirmektir.


Türkiye’de durum ne?

  Yerli çalışmalar prevalansın %6–19 arasında değiştiğini, biyopsikososyal yaklaşımın önemini ve serotoninin IBS fizyopatolojisindeki belirgin rolünü desteklemektedir. Post-enfeksiyöz IBS’e ilişkin derlemeler; düşük düzey inflamasyon, mast hücre artışı ve enterokromafin hücre değişikliklerini; beslenme ve mikrobiyota araştırmaları ise kişiselleştirilmiş diyet stratejilerinin değerini vurgular. Genel eğilim, yerel/uluslararası kanıtların birleştiği noktada, kişiye özgü ve çok bileşenli bir tedavi planıdır.




                                                                                                                                                                                                                                                    Uzm. Klinik Psikolog
                                                                                                                                                                                                                                                        Rumeysa Durak